Bireyi iktidara karşı kim koruyacak, can güvenliğini, mal güvenliğini, özgürlüğünü kim ve nasıl sağlayacak?

 

Mutlak monarşilerde (krallık, padişahlık gibi) halkın yaşama hakkı , mülkiyet hakkı ve diğer hakları monarkın keyfine kalmıştır. İsterse sizin canınızı, isterse malınızı alır , sizin hiçbir hakkınız yoktur. Padişahım yada kralım çok yaşa diyerek,belki lütfuna nail olma ihtimaliniz vardır ancak. Bir insanın bu kadar güçlü olması,diğerlerinin ona itaati ile mümkün olur, aksi takdirde kral felanca kişi asılsın dediğinde kimse itaat etmezse kralın korkunç gücü kendi bileğinin gücüne iner bir anda,gücü yetiyorsa kendi asar, yetmiyorsa komik duruma düşer. Bu durumu çok iyi bilen kral ya kendisinin olağan üstü güçleri olduğuna (örneğin savaş tanrısının oğlu olduğuna ) inandırabileceği saf kişileri etrafında toplayarak güç oluşturur ve bu güçle diğerlerini ezerek zorla itaat ettirir, yada yakın çevresine birtakım ünvanlar ile menfaat vaad eder ki ona sadık kalsınlar itaat etsinler veya her iki yolu birden kullanır. Bu güç sarmalı bir kez kuruldumu korkunç boyutlara ulaşabilir ve artık birey bu büyük güç karşısında çaresiz kalır. Devletin yada iktidarın korkunç gücü karşısında bireyin ezilmemesi için iktidarın gücünün sınırlanması gerekir. Montesquieu kuvvetler ayrılığı teorisi ile bunu sağlamaya çalışmıştır , devletin gücünü yasama yürütme ve yargı olmak üzere 3 eşit parçaya ayırmış ve bunların eşit ve birbirinden bağımsız güçler olması gerektiğini söylemiştir. Ancak kuvvetler ayrılığı tek başına yeterli değildir çünkü; yasa koyucu bireyin tüm özgürlüklerini tüm haklarını, insan olmasından kaynaklanan temel haklarını çıkardığı yasayla elinden alabilir, dolayısıyla yargılamada bu yasalara göre yapılacağından kişilerin can ve mal güvenliğini ve temel haklarını yargı dahi koruyamaz. Düşünün üç yıl emeklilikten sonra işçilerin devlete yük olduğu dolayısıyla idam edilmesi gerektiği konusunda bir yasa çıkmış olsun kim bu yasaya kurallar içinde karşı çıkabilir? Olmaz demeyin Hitler ve Stalin dönemlerinde ölen milyonlarca insan olabilirliğinin kanıtıdır. Bunu sınırlamanın yolu anayasa ve anayasa mahkemesinden geçer. Öyle ki bireyin temel hakları (yaşama , mal edinme , eğitim, seyahat vs.)anayasada belirtilir, kanun koyucu bu temel haklara aykırı kanun çıkaramaz , çıkarırsa anayasa mahkemesi kanunu iptal ederek, bireyin temel haklarını korur. Aynı zamanda yargı (tabiki iktidarın etkisinden uzak bağımsız ve adil yargı), anayasaya uygun olarak çıkarılan yasalara, yasayı çıkaranlar ve iktidar dahil olmak üzere, herkese eşit uygulanmasını sağlar. Bunun için iktidarın yasa yapıcının yargı üzerinde hiçbir gücünün olmaması gerekir, işte bunun adı "Yargı Bağımsızlığı"dır.

1-İç Engeller:

a)Temel İhtiyaçlarımızın karşılanamaması; Temel ihtiyaçlarını karşılayamamış birinin mutlu olmasını bekleyemeyiz. Karnı tok, gazı alınmış, altı temiz, sevgi ve güven ihtiyacı karşılanmış bir bebek eğer hasta değilse güler, mutludur; bunlardan biri eksikse ağlamaya başlar, mutsuz olur...

   Yaş ilerledikçe ihtiyaçlar çeşitlenmeye, çoğalmaya başlar (öz güven, statü, saygınlık, kendini gerçekleştirme gibi), hatta gerçekte ihtiyaç olmayan ihtiyaçlar çıkmaya başlar. Bu sonradan çıkan ihtiyaçlar genellikle dışarıdan bize dayatılan ihtiyaçlardır, özellikle reklamcıların işi ihtiyaç yaratmaktır, daha doğrusu bizim duyularımıza hitap ederek, psikolojik zaafiyetlerimizi kullanarak bizlerde, olmasada olur şeyler için, olmazsa olmaz duygusu ve sahip olma isteği yaratırlar. Kapitalist sistem ihtiyaca uygun üret mantığını dahada ileri götürerek ürettiğine ihtiyaç hissettir aşamasına çoktandır gelmiş, örneğin ihtiyacından fazla giyeceği olana, yeni moda algısı yaratarak ihtiyacı olmayan ürünleri de satmayı başarmıştır. Bu yeni model araba içinde, cep telefonu içinde, yazlık ev, kışlık ev, yat, uçak gibi bir çok şey için de böyledir. Bu şekilde artan ihtiyaçları karşılayabilmek de kolay değildir. Bir ömür çalışıp karşılanamayan ihtiyaçlar(!) ve bu mücadeledeki stress, arkadaşlık ve dostluklardaki kayıplar, yaşamı ıskalama, giderek yaşlanma insanı mutsuz etmektedir. Görülen o ki, yaratılan suni ihtiyaçların giderilmesinin mutluluğumuza yararından çok zararı vardır.

   Oysa ki: Temel ihtiyaçları karşılanan bebek nasıl mutlu gülücükler dağıtıyor ailesine de neşe kaynağı oluyorsa , temel ihtiyaçları karşılanmış bireyde kendisi ve çevresi için mutluluk kaynağı olur. Burada esas konu temel ihtiyaçların doğru belirlenmesidir. Psikolog Maslow 1943 yılında  '' İhtiyaçlar Hiyerarşisi '' adı altında bir piramit şeklinde temel ihtiyaçlarımızı belirlemiştir

Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine günümüzde , "Bilme ve Anlama İhtiyacı",  "Estetiksel İhtiyaçlar" ( Müzik, Sanat, vb.) gibi yeni basamaklar eklenmiştir. Bilim dogma değildir, her zaman geliştirilebilir.

Temel Fizyolojik İhtiyaçlar :(Nefes alma, Beslenme, Boşaltım, Cinsellik vs.) Maslow'a göre "Temel Fizyolojik İhtiyaçlar" karşılandığında bir üst basmaktaki ihtiyaç devreye girer , o da karşılandığında bir üst basmak ve sonunda en üst basamak olan "Kendini Gerçekleştirme" ihtiyacı ön plana gelir. Örneğin, bir insan çok susamış ise o insan için en önemli ihtiyaç susuzluğunu gidermektir. Maslow bunu ''en güçlü gereksinim'' olarak adlandırmıştır. Eğer aynı susamış insan aynı zamanda nefessiz kalırsa, bu durumda öncelikler değişecek daha temel fizyolojik ihtiyaç olan nefes alma gereksinimi ''en güçlü gereksinim'' olacaktır.

Güvenlik İhtiyacı: Bireyin kendisini ve yakınlarını tehlikeden uzak tutma ihtiyacı. Fizyolojik ihtiyaçları karşılanan birey 2. sırada olan güvenlik ihtiyacını karşılamaya çalışır. Oysa aç kurt'un tehlikeyi göze alıp şehre inmesi gibi, aç insan da ekmeği için bir takım riskleri göze alır (İş kazası vs.)

Sevgi ve Ait Olma İhtiyacı: Sevme, sevilme, başka insanlarla yakın ilişkiler kurabilme, sosyalleşme, bir yere ait olma, benimsenme.( Bir yere ait olma, güvenlik ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir: hayvanların sürü oluşturarak kendilerini korudukları gibi insanlarda kendilerine yakın bir grup içinde kendilerini daha güvende hissederler.) 

Statü , Saygınlık İhtiyacı :Maslow bu ihtiyacı insanın kendine duyduğu saygı ve başkalarının saygısı şeklinde iki alt gruba ayırır. Kendine saygı duyan insan, güçlü olmak, başarmak, olgunlaşmak, ustalaşmak, kendine güvenmek, bağımsız ve özgür olmak ister. Başkalarının saygısını istemede ise tanınma, statü ve prestij elde etme, önemli olma, üstün olma gibi istekler söz konusudur.

Kendini Gerçekleştirme:  Kendini gerçekleştirme ihtiyacı dışındanki bütün ihtiyaçlar giderilmelerinin ardından davranış üzerindeki etkileri azalırken, aynı durum kendini gerçekleştirme için söz konusu değildir. Bu aşamaya kadar gelebilmiş biri için kendini gerçekleştirme ihtiyacı davranış üzerindeki etkisini sürekli ve arttırarak devam ettirebilir. Çünkü kendini gerçekleştiren insan kendi potansiyelini ve gizli güçlerini keşfetmek için sürekli bir çaba içinde olur. Bu durum bireyin üreterek ve zevk alarak bütün potansiyelini kullanmasıyla devam eder. Kendini gerçekleştirmiş insan, özellikleri ile diğer insanlardan faklılaşmış ve Moslow'a göre de böyle bir insanın güdülenmesi alt düzeyde güdülenmelerden ayrılmış ve tamamen insanın gelişmesine yönelik güdülenme insana hakim olmuştur.

b)Korkularımız:Eğer gerçek bir tehlikeye dayalı ise bu durum yukarıda belirtilen temel ihtiyaçlardan "Güvenlik İhtiyacı" nın karşılanamadığı anlamına gelir ki, güvenli bir ortamın sağlanması  ile giderilebilir. Bunun dışındaki korkularımız varsa bunlardan kurtulmalıyız. Örnegin: ''çok güldüm aglayacagim'', ''seversem sonunda üzülürüm'', '' ya sevgime karşılık bulamazsam'', ''ya beni begenmezse'', ''ya günaha girersem'', ''ya başaramazsam'', ''ya hata yaparsam'', ''ya mutsuz olursam'', ''ya başıma kötü birsey gelirse'', ''ya elalem bir şey derse'', ''psikologa - psikiyatriste gitme korkusu(utanma)'' ve sair sayısız korkularımız mutlu olma ihtimalimizi elimizden alır. Bu korkularımız olmazsa mutlu olacagımız kesin değildir ama bu korkularla mutluluğa sans tanımayacagımız kesindir. (Piyango bileti almayana ikramiyenin çıkmayacagının belli olmasi gibi, korkularımızın da bizi mutsuz edecegi bellidir.)Bunun gibi gereksiz korkularımızdan kurtulup mutlulugumuza sans tanımalıyız (bana çıkmaz dememeliyiz, ya çıkarsa :) Bu arada gerçek tehlikelerden kaynaklanan korkular hayat kurtarabilir, burada bahsettiğimiz korkular arkasında gerçek tehlikeler olmayan beynimize yanlış işlenmiş boş korkulardır, bunlardan kurtulmamızın yolu, doğru telkin ve yavaş yavaş korkuların üzerine gitmektir.Bu konuda Prof.Dr. Özcan Köknel'in ''Korkularımız''adlı eseri ve benzer kaynakalardan yararlanılabilinir.

c)Hastalıklar; Dişimiz ağrırken mutlu olamadığımız gibi, depresyondayken mutlu olamayız (manik depresyonun manik halinde degilsek). Ne yazıkki toplumumuzda psikiyatrik rahatsızlıklara gereken önem verilmemektedir. Agır olmayan psikiyatrik rahatsızlıklar çok yaygın oldugu için bizlere bu durum normal gelmekte dolayısı ile tedavi istenmemektedir. Bu durum mutluluğumuzun önündeki en önemli engellerden biridir. Kimi zaman bir tanıdıgımız, her türlü check up tan muayeneden geçtigi halde herhangi bir hastalık bulgusu yoktur fakat sikayetleri devam etmektedir bu durumda bile bir psikiyatriste gitmeyi düsünmez çogu insan. Düşünmez çünkü bu şikayetlerin psikiyatrik bir sorundan da kaynaklanıyor olabileceğini bilmez, kırık kanatlıların solunum sistemini öğreten eğitim sistemimiz sağlığımızla ilgili fazla bilgi vermez.

d)A tipi davranış biçimi; Kısaca mükemmeliyetcilik, titizlik, başkalarının sorumluluğunu alma ve en önemlisi olayların negatif yönlerini daha çok görme eğilimi  olarak tanımlayabiliriz. Olayların negatif yönlerini görme eğilimi, en kötüsüne hazır olup, iyisi olursa sevinme, her durumda ayakta kalama isteğinden kaynaklansa da, daha fazla strese neden olduğundan, stres altında mutlu olamayız. Stresle başa çıkma yöntemlerini öğrenmeli, davranış biçimimizi gerektiği kadar değiştirmeli, kendimize ve çevremize zarar vermeyecek hale getirmeliyiz. (Bu konuda ayrıntılı bilgi Prof.Dr Zuhal Baltaş & Prof.Dr. Acar Baltaş ‘ın kaleme aldığı ‘’stres ve başa çıkma yolları’’ adlı eserinden veya benzer kaynaklardan edinilebilinir.) A tipi davranış biçimine sahip olanlar, genellikle B tipi davranış biçimine sahip olanlara nazaran daha az sosyal ilişki kurarlar oysa sosyalleşme temel ihtiyaçlarımızdandır, doğru kişilerle doğru zamanda karşılanması gerekir. 

e)Beynimize yüklenmis, yanlış bilgiler; Bizi mutlu etmeye uygun olmayan yanlış bilgiler olabilir. Örneğin, ''istediğim şeye çok kolay ulaşırsam mutlu olurum'',  "şu olursa mutlu olurum" veya " kendimi en kötüsüne hazırlamalıyım" gibi.

Oysa kolay elde edilen şeyler pek de mutluluk vermez çoğu zaman. Mutlu olmak için ön şart koşmak, mutluluğu ertelemek de bizi mutlu etmez. Bizim mutlu olmamızın önündeki belli başlı içsel düzeltilebilir engellere (korkulara, yanlıs bilgilere, düşünme biçimimize) beynimizdeki virüsler dersek, bu virüslerden kurtulmanın yolu, bizi mutsuz eden korkularımızdan kurtulmak ve yanlıs bilgilerimizi doğru bilgilerle değistirmektir. En önemlisi düşünme biçimimizi dolayısı ile davranış biçimimizi bizi mutluluğa götürecek şekilde pozitif yönde değiştirmeliyiz. Korkularımızdan kurtulmak derken kastedilen, yukarıda saydıgımız bize zararı olan korkulardır, yoksa bizi gerçek tehlikelerden koruyan korkularımız değildir. Korkularımızdan kaçarak kurtulamayız, yenmek için yavas yavas ama azimle korkularımızın üzerine gitmeliyiz. Bu konuda Prof. Dr.Özcan Köknel'in ''Korkularımız'' adlı eseri yol gösterici olacaktır. İstediğimiz her şeyi kolayca elde edersek mutlu olacağımızı zannederiz, oysa kolay elde edilen şeylerin sevinci çok kolay ve kısa olur, her istediği alınan çocuk her şeyden kolayca sıkılır. Oysa belirli bir zorlanma ile elde edilen şeylerin sevinci daha büyük biraz daha kalıcı olur, zaten bedenimizde belirli ölçüde zorlanmadan sonra mutluluk hormonu salgılar (bunun nedeni kaslarımızdaki ağrıyı dindirmek olsada...), bunu zorlu bir koşudan veya başka bir fiziksel aktiviteden sonra duyabiliriz. 

Okul bittiğinde, iyi bir işim olduğunda, zengin olduğumda veya şu olduğunda, mutlu olurum gibi mutluluğu ertelemeler, insanı mutlu etmediği gibi mutsuzluğu kronikleştirir. Zengin olduğunuzda mutlu olacağınızı düşünüyorsanız, hiç zengin olamayabilirsiniz veya zengin olana kadar geçen sürede, mutlu geçebilecek koca bir ömrü kaçırdığınızı farkedebilirsiniz. 

Kendini "en kötüsüne hazırlama" düşüncesi iki tarafı keskin bıçak gibidir, kötü olasılıklara hazırlıklı olmak bizi tehlikelerden korur ama, ucunda ölüm yoksa abartmamak gerekir. Bir şey gerçekleşene kadar olumsuz beklenti içinde olmak bizi strese sokar, mutsuz oluruz, sonuç iyi olsa, sonunda iyi hissetsek bile, süreç sonuçdan uzun olacağı için, daha uzun süre mutsuz olmuş oluruz. Bunun yerine iyi beklenti içinde olarak da tedbir almayı deneyebiliriz. 

f)Beslenme bozuklukları ve hareketsizlik: Yeterli ve dengeli beslenememek, yeteri kadar güneşe çıkmamak, yeteri kadar hareket etmemek de mutluluğumuzun önündeki  önemli engellerden biridir. Son zamanlardaki araştırmalar barsaklarımızın seratonin (Mutluluk hormonu) üretimindeki önemini vurgularken, barsak florasına dikkatleri çekmiş dolayısıyla barsaklarımızın sağlığı mutluluğumuzla ilişkilendirilmiştir. Barsak floramızı korumak için gereksiz antibiyotik kullanımından sakınmalı, doğal fermente gıdaları, lifli besinleri de içeren dengeli ve yeterli beslenmeye özen göstermeli, aşırı şeker tüketiminden kaçınmalıyız.

g)Karşılanamayan beklentiler: Beklentilerimizin karşılanması mutlu, karşılanmaması ise mutsuz eder. Karşılanamayacak beklentiler içine girmek, hayal kırıklığını, mutsuzluğu getirir. Öyleyse, mutlu olmak için, beklentilerimiz gerçekçi, karşılanabilir olmalı. Medyada görülen abartılı yaşamları gerçekmiş gibi algılayanların, hayalperestlerin, hayattan beklentileri de yüksek olur ve bu beklentiler karşılanamadığında mutsuzluk getirir. Hayal kurmak güzeldir ama imkansız hayaller, mutsuzluk getirir.

2-Dış Engeller:

a)Ailemiz, arkadaşlarımız ve içinde yaşadığımız toplumun sorunları; İçinde bulunduğumuz toplumda sağlıksız insanlar olabilir , bunlardan kaynaklanan çeşitli sorunlar bizleri de çeşitli derecelerde etkileyebilir. Burada bizim yapmamız gereken çözebileceğimiz sorunları çözmek, çözemeyeceğimiz sorunları ise ya kabullenmek yada, çevreyi değiştirmektir.

b)Savaslar, dogal afetler, bireysel ve örgütlü şiddet, Salgın Hastalıklar, Çevre Kirliliği; Bu tür olumsuzlukların olmaması için makul çaba gösterilmeli, düzeltilmesi zor olduğu için, bu durum için de kabullenme veye kaçma seçeneklerinden biri değerlendirilmelidir.

c)Ekonomik ve siyasal sistemin sorunları; Yönetim şekli yarı doğrudan demokrasi de olsa monarşi de olsa yönetenlerin görevi halkın mutluluğunu ve refahını sağlamaktır. Monarklar halka hesap vermek zorunda olmadıkları için, demokratik yöneticiler ise demagoji yapmayı, propagandayı daha kolay buldukları için zor olan bu görevlerini pek umursamazlar, umursayanlar ise globalleşen dünya düzeninden bağımsız daha iyi bir düzen yaratmanın zorluğu ile yeterince baş edemezler.

 

Oysa araştırmalar göstermektedir ki, az geliri olmak değil, ekonomik sistemdeki bozukluklar ve gelir adaletsizliği insanları mutsuz etmektedir. Temel ihtiyaçalarını karşılayabilecek kadar geliri olan insanlar eğer çevresinde aşırı gelir farklılıkları yoksa mutlu olabilmektedirler.

Gelir adaletsizliği mutluluğumuzun önündeki engellerden sadece biridir, abartılmamalıdır, düzeltmeye gayret gösterilmelidir.

Mutluluğumuzu engelleyen dış faktörleri düzeltemeyebiliriz ama iç faktörleri düzeltebiliriz. Mutluluğumuz ,dünyanın ne olduğundan çok, bizim O’nu nasıl algıladığımızla ilgilidir ve doğuştan getirdiğimiz özelliklerin etkisiyle kimimiz sıcak kanlı, kimimiz ciddi (veya soğuk) olarak tanınabiliriz, sıcak kanlı, neşeli dediğimiz tipler serotonin (mutluluk hormonu) salgısı bakımından şanşlı doğan kişilerdir, fakat doğuştan bu şansa daha az sahip olanların da sonradan doğru bilgiyle, düşünce ve davranışlarını geliştirerek bu farkı kapatmaları büyük ölçüde mümkündür. ‘’Kimine sivri sinek saz, kimine davul zurna az’’ özdeyişi vurdum duymazlığı anlatmakla birlikte kişilerin olaylara verdiği tepkilerin biribirinden farklı olduğunu da vurgular. Klasik örnekte olduğu gibi aynı bardağa bakan iki kişiden biri yarım bardak dolu su görür, diğeri ise bardağın yarısının boş olduğunu. Oysa bardak aynı bardak ama, algılayanların algılamaları farklı. ’’Bu bardağın yarısı boş’’ diye bağırana "A" , ’’yarım bardak su buldum ’’ diye sevinene "B" dersek, A’nın mutlu olma şansı B’ye gore çok daha düşüktür. Herkes, kendi kapısının önünü temizlerse sokak temiz olur  kendini düzeltirse, toplum temiz olur. Herkes mutluluğunu engelleyen iç faktörleri ortadan kaldırırsa, dış faktörler en aza iner. İnsanlar mutlu olur !

Engin S.

REKLAMLAR

Kapitalizm herşeyi parayla satar, en başta da mutluluğu, daha doğrusu mutlu olabilme hayalini satar.
Ucuz gazlı bir içecekten tutun da, lüks bir arabaya, yata, kata, saraya kadar herşeyi ama herşeyi
satın aldığınızda ancak mutlu olabileceğimiz yalanını beynimize nakşeder, reklam denen beyin yıkama yöntemi ile.
Reklamlar kapitalizmin en büyük iki silahından biridir. Diğeri de kapitalin kendisidir.
Reklamlarda kullanılan yöntem, özendirme, özdeşleştirme ve beyne silinmez bir şekilde nakşettirmek için gereken tekrarlardır.

Oysa reklam yerine ürünün gerçek (ölçülebilir) özellikleri tanıtılmalı, özendirilmemeli, kamu otoritesi reklam vereni değil
halkını koruyacak düzenlemeler yapmalı, gereksiz tüketimin önüne geçmeli. Gereksiz bir ürünü  tüketirken o ürünün üretim aşamasından, atık hale gelene kadar çevreye verdiği zarar düşünülmeli, ihtiyacımız olmadan tükettiğimiz herşeyle birlikte çevremizi, yaşam alanımızı da tükettiğimizin farkında olmalıyız.

Engin S.

SAVAŞ

Savaş ciddi bir travmadır ,  insanın psikolojisini bozar,  özellikle de uzun süreli olursa. Önce acımasızlığa  alışılır,  şiddet  kanıksanır ,   uzun sürerse  zararı  daha   fazla  olur.  Vietnam savaşından sağ dönen birçok askerin başına gelenler gibi, psikolojileri bozuldu, intihar edenler oldu.

Modern dünyada savaşlar sadece silahla olmaz , kapitalist sistemde ekonomik savaşlar  vardır  ve  ömür boyu sürer. Buradaki savaşta  bir kurşun gibi sizi anında öldürmez ama aç bırakır, sokakta bırakır,  hasta  eder ,  yavaş  yavaş öldürür.

Kapitalist sistem size bu ekonomik savaşta sadece HAYAT da kalmayı değil artı MUTLU olmayı , ÖZGÜR olmayı , FARKLI olmayı , İMTİYAZLI olmayı da vaad eder.

Bu kadar güzelliğe  kim hayır diyebilir , üstelik REKLAM gibi güçlü EKONOMİK SİLAHI varken. Güzeller  güzeli bir  kız, bazen erkek  X marka aracın üstünde davetkar  bir bakışla, bu araca sahip olursan benim gibi birine  kavuşursun mesajını beynimizin derinliklerine gönderdiğinde , korteks (Beynin bilinçli düşünen kısmı)emin olun devre dışı kalır çoğu zaman ve duygularımızın etkisiyle gereksiz satın almalar  yaparız.

Şimdi tek tek bakalım sistem bize  vadettiklerini verebiliyor mu?

HATAT da kalmayı , büyük ölçüde verebiliyor. Özellikle fizyolojik ihtiyaçlar fazlası ile karşılanıyor. Güvenlik riskleri zenginlikle orantılı olarak artsada , güvenlik tedbirleriyle riskler azaltılabiliyor.

İMTİYAZLI olmayı  büyük ölçüde verebiliyor, bu savaşın galipleri  SARAY larda oturup VIP salonlardan geçip ,  DÜNYA SİYASETİNE yön vermek gibi ekonomik savaşın mağluplarının yapamayacağı bir çok şeyi  yapabiliyor.

FARKLI olmayı büyük ölçüde olmasada  verebiliyor,  zengin olanla  olmayan arasındaki fark büyük olsada,  zenginlerin  kendi aralarında  çok büyük farklılıklar  yaratmaları o kadar  kolay değil.

ÖZGÜR olmaya sıra gelince işler  zorlaşıyor, işinin  kölesi olmayanın  fazla  başarısı da olamaz,  zira  işleri bir  an  boş  bırakmak ,  yarışta  hayli geri kalmak demektir.  Araba yarışında şurada güzel bir şey gördüm dur  bakayım diyenin kazanma şansı  varmıdır?

MUTLULUK, işte asıl aldatma burada üstelik bu aldatmanın aldatanıda  aldanmış durumda. Savaş ortamında  helede uzun süreliyse,  insanın  mutlu olması sadist olmasıyla mümkündür ancak , kaldı ki aslında o da gerçek mutluluk  değil  hazdır,  geçici bir  haz.

Ekonomik savaş(Rekabet) ortamını da  duygusal beynimiz  gerçek savaş  gibi algılar  ve strese girer,  çünkü milyonlarca  yıllık evrim sürecimizde ki karşılığı  gerçek savaştır. Ekonomik savaşı ilkel(duygusal) beynimiz bilmez, korteksimize(beynimizin düşünen kısmı) düşen görev de ,  libidomuzun bize hataya düşerek al dediği o arabayı vs. yi almak için mantıklı gerekçeler üretmekden öteye  gidemez  çoğu zaman. 

Oysa ki o arabayı içinde kız (yada erkek) olmadan  verirler, dünya kadar da paranı (emeğini, zamanını) alırlar. Libido da bir  hayal kırıklığı ve mutsuzluk. L

Evlilik için de, durum çok farklı  değildir. Birinci nesil zenginlerden değilse, kapitalist evliliğini de planlamak zorundadır, eş  seçimini, işlerinin gelişimine yapacağı katkıda etkiler. Evlendikten sonra, iş  çıkışı,  iş  için istemediği davetlere, toplantılara katılmak zorundadır.

Bu kadar hesaplı ve ömür boyu süren savaşta  yüksek  stres düzeyi, kişiden kişiye  değişmekle birlikte mutsuzluk kaynağı olur. Senede birkaç  hafta  tatil de yeterli olmaz, isterse 180m. yatın olsun.

Bir arslanın avını yakalayıp  yemek için 8 -10 saat koştuğunu düşünebiliyor musunuz?

Yemeğini yiyemeden çatlar ölür  hayvan. 

İnsan için de durum çok farklı değildir.  Milyonlarca  yıllık evrim sürecinde oluşan vücut sistemimizin,  toprağı ekmeyi öğrenip  kısmen yerleşik düzene geçtiğimiz 10.000  yılda değişmesini  yeni şartlara uygun evrimleşmesini bekleyemeyiz. Bu durumda  kurduğumuz sistemleri bünyemize uydurmak zorundayız, mutlu olmak için.

Engin S. Darıca, 2023

İnsan ihtiyacından fazla kalori aldığında, kilo alır,  kilolarından kurtulamaz  ve kilo almaya devam ederse, şeker - insülin mekanizması bozulur, obez olur.

İhtiyacından fazla  kazanan insan da, tatmin mekanizması bozulana kadar, kazanmaya devam ederse ruhsal obez olur.

Nasıl mı?

İhtiyacından fazla kazanmak, kolay bir şey değildir. Çok çalışmayı, her türlü sınırı (bazen etik sınırları da) zorlamayı gerektirir. Çalışırken sınırları zorlamak ve başarmak zevk verir, çünkü biyolojimiz buna göre oluşmuştur. Çok yorulduğumuzda kaslarımız acı çeker ve bu acıyı dindirmek için endorfin salgılanır, endorfin acıyı keser, zevk verir. Ayrıca başarmanın verdiği gurur ve üstünlük hissi seratonin salgısıyla bizi ödüllendirir. Buraya kadar olanlar biyolojimize uygundur ve tatmin mekanizması henüz bozulmamıştır. Ancak, başka zevklere zaman ayırmayan ve aynı yöntemle nefes almadan çalışmaya ve kazanmaya devam eden insan, bir süre sonra “Hedonik Adaptasyon” nedeniyle daha fazlasını yapmadan zevk almamaya başlar, kolay gelen kazanç mutluluk kimyasallarını harekete geçirmez ( morfin bağımlısının ilk dozlardan sonra daha fazlasına  ihtiyaç duyması gibi ), işte bu noktada  tatmin mekanizması kısır döngüye girmiş, “Ruhsal Obezite” başlamıştır.

 

Ruhsal Obezite'nin sakıncaları 
Ruhsal Obez için:

Daha çok çalışıp, daha fazlasını başarınca, daha az mutlu olmak. Başaramayınca mutsuz olmak.
Çalışmayınca mutsuz olmak, tatminsizlik.

Başkaları için    :

Ruhsal Obezler, yendikleri (RO veya değil) rakipleri için,
Çalışanlarına yeterli ücret vermeyen RO ler, çalışanları için,
Başarılarını  veya servetlerini görüp kıskanalar için, mutsuzluk kaynağıdır.       

Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) Raporunda, 2021'de dünyada 3,1 milyardan fazla insanın, sağlıklı beslenmek için gereken ekonomik imkânlara sahip olmadığı, yaklaşık 735 milyon insanın açlıkla karşı karşıya olduğu ifade ediliyor.

Bu durumdan , global ölçekte, tohum, ilaç, gübre, enerji ve silah sanayisinde, hakim konuma geçmiş fiyat belirleyici RO lerin sorumluluğu nedir acaba? Tohum ilaç neysede silah sanayisinin açlıkla ne ilgisi var demeyin, silaha harcanacak parayla açlar doyurulur, bırakın doyurmayı, silahı kafalarına dayayıp ellerindekini de alanlar var.

Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan 3 milyardan fazla insan nasıl mutlu olsun. Kaldı ki dünyanın geri kalanı da nasıl mutlu olacağını bilmediği veya ekonomik ve siyasal sistemler yeterince uygun olmadığı için, yeterince mutlu değil. Mutsuz insanların bir kısmı kendi hayatını, bir kısmı ise başkalarının hayatını kısaltıyor.

 

Serbest piyasa kime serbest?

Serbest piyasa: güçlünün güçsüzü ezdiği ve eninde sonunda, kendisin de ezilebileceği bir sistemdir.

Son zamanlarda ekonomistlerden sık sık duyduğumuz “Fiyatlama Mekanizmasının (davranışının) Bozulması” deyimi : fiyat koyabilenin istediği gibi (sınırsız) fiyat koyması anlamına gelir. 

Tabi burada sebest piyasa savunucuları, talep olmazsa fiyat düşer diyecekler, keyfi ihtiyaçlarda bu doğru olabilir ama zaruri , yaşamsal ihtiyaçlarda bu geçerli değil, ev almazın ama, kirada  oturmaktan vazgeçebilirmisin , kiralar yüksek diye sokakta yaşayabilirmisin yada gıda fiyatları yüksek diye yemekden vazgeçebilirmisin, geçemezsin öyleyse burada serbest irade yok, serbest piyasa tüketiciye sebest değil. Kaldı ki globalleşen dünyada, hayati olmayan ihtiyaçlarda bile sen almazsan, dünyanın başka bir yerinde birileri alır ve bireyler olarak arz, talep fiyat mekanizmasına etkin çok sınırlı kalır.

Neredeyse hergün yapılan zamlarla, zihinlerde olan fiyat bilinci yıkılmış ; tüketici, yine zam gelecek korkusuyla, fiyat ne olursa olsun, son kuruşuna kadar tüketime yönelmiş yada yönlendirilmiştir. Korkunun olduğu yerde serbest irade, serbest piyasa olur mu?

Fiyatlara her gün zam serbest, maaşlara değil. Bundan maaşlara her gün zam yapılsın anlamı çıkarılmasın, fiyatlara her gün zam yapılmasın, maliyetler satış fiyatıyla eşitlendiğinde  zam yapılsın mesela yada kar haddi olsun, keyfi zam yapılmasın en azından hayati ihtiyaçlarda.

Serbest piyasa ekonomisinin savunucuları, tam rekabet ortamının faziletlerinden, arz/talep dengesinde oluşan fiyatın en iyi fiyat olduğundan, devletin müdahale etmemesi gerektiğinden bahseder ama, tam rekabetin, tam bir aldatmaca olduğundan hiç bahsetmez. Bir taraftan kâr maksimizasonunu hedefleyeceksin, bir taraftan da kârını minimize edecek tam rekabeti isteyeceksin, bu çelişkili durumu arzu edenler olsa bile, piyasadan ilk silinecekler arasında olabilir ancak; diğerleri tam rekabetten kaçmanın bir yolunu bulur, aralarında anlaşarak fiyat yükseltenler, yasalardan yararlanarak menfaat sağlayanlar; yatırım teşvikleri, gümrük uygulamaları  gibi üreticiye serbest uygulamalar, büyüklüğünü (dayanma gücünü) kullanarak rakiplerini batırıp, piyasayı ele geçirenler, geçirdikten sonrada istediği fiyatı belirleyen birkaç firmanın oluşturduğu karteller, (kartelleşme yasağı da işe yaramıyor, cezaları da, fiyatlarına yansıtarak, müşterilerine ödetiyorlar ) tam rekabet piyasasının aslında bir rüya, bir aldatmaca olduğunu, acı bir şekilde bize gösteriyor.

Bugünkü fiyat artışlarının (moda deyimle enflasyonun) nedeni, talep artışıyla başlayan fiyat artışlarının (enflasyonun),  olası enflasyon korkusu ve aşırı kâr arzusunun birleşiminden kaynaklanan fiyat artışıyla sürüdürülmesidir.  Herkes fiyatını artırırsa fiyat artışı(enflasyon) düşmez. Dolar artışını fiyat artışına(enflasyona) sebep gösterenler, dolar artmadığı zamanlarda yaptıkları fiyat artışına (enflasyona), açlık sınırındaki insanların maaşlarına daha zam yapılmadan yaptıkları fiyat artışlarına neyi sebep gösterecekler? Korkularını mı ? Kâr arzularını mı? 

Engin S. Darıca, 2024