BİR ŞEYİN DEĞERİ: SİZİN İÇİN, ONA VERDİĞİNİZ DEĞER KADARDIR.
Neye ne kadar değer vereceğimizi biz belirlemeliyiz. Yoksa elin donu değerli olur, senin ömrün beş para etmez! Nasıl mı? Aşağıdaki konuşmaya bir bakalım...
(Elvis Presley'in mavi donu satışa çıkarıldı...)
-Eee kimin donu, O'nun donu...
-Kim ''o''
-O değer verdiğin.
-İyi de ben onun sanatına (kahramanlığına, güzelliğine vs.) değer verdim,vermemeli miydim ?
-Vermeliydin.
-Eee
-Fazla değer verdin gözünde büyüttün o kadar büyüttün ki, açık artırmada donuna bile paran yetmiyor !
-Bir tek ben mi değer verdim milyonlar değer veriyor.
-Bir tek sen değer versen sorun olmaz zaten...
Burada serbest piyasa ekonomisinin altın kuralı görülür arz talep dengesi: Talep/Arz=Fiyat Buna göre talebi artan ürünün fiyatı yükselir. (arz sabit olmak kaydıyla) Arzı artan ürünün de fiyatı düşer. (talep sabit olak kaydıyla) Sonuç olarak bir şeye ne kadar çok değer verirseniz ve bu değeri verenlerin sayısı ne kadar çok olursa olursa onun fiyatı da o kadar çok olur... Burada ürünün ne olduğu önemli değil, bu Elvis Presli'nin donu da olabilir, bir araba modeli de, bir futbolcunun transfer ücreti de...

Bir toplumda birkaç hırsız karnını doyurur, herkes hırsız olursa, insanlar açlıktan ölür!
''Kabullendiğimiz değerler bizi mutlu da edebilir mutsuz da...''

Sizin 100 TL etmez dediğiniz bir tabloya başka biri 100.000 TL değer biçebilir.
Birinin uğruna cinayet işleyebileceği bir konuya başka biri önemsiz diyebilir.
Bu değerleri sizin vermenizde gerekmez sizden önce verilen değerleri sorgulamadan kabullenebilirsiniz. Yada sorgulayıp, benimser yada benimsemezsiniz.

Para da bizden evvel belirlenmiş değerlerdendir. Biz onun değerini ya sorgulamadan yada kısa bir sorgudan sonra hemen benimseriz. Olmazsa olmaz dır para... Doğrudur da, nereye kadar... Senin değer verdiğin para, sana değer vermeye başlayana kadar; ''Kaç paralık adamsın ? '' sözü yerleşene kadar.

Bu değer yargısı yerleştimi topluma, ee eşek değiliz ya insanız bizde değerli olmak, saygı ilgi görmek, başkalarının alamadığı şeylere sahip olmak, yakınlarımıza karşı görevimizi yapmak, mutlu olmak için ''kaç paralık adamsın?'' diyene bilançomuzu göstermek den utanmamak için çalışıyor kazanıyoruz (kaybedenleri dikkate bile almıyoruz, doğal seleksiyon!..) ondan üstün olmak istiyoruz, habire çalışıyoruz nefes alamadan çalışsan da birileri senden hep ilerde, önüne de bir fırsat çıkıyor aklın yolu bir, YA ÇALACAKSIN YADA KAÇ PARALIK ADAMSAN ONA RAZI OLACAKSIN... Razı olmak başa dönmektir. Bunca emeğin boşa gitmesidir... Kaç paralık adam olmaktır. O halde çalacaksın(tabi yakalanmayacaksın),gücün varsa ezeceksin, var olan herşeyini satacaksın, haksızlık yapacaksın yeterki para getirsin ve sen çook paralık adam ol(!), insanlar sana saygı ilgi göstersin, senin etrafında senin hizmetinde olsun ve sen parayla alabileceğin her şeyi al ve mümkünse mutlu ol olabilirsen! Ama OLAMAZSIN! Neden mi ? Çünkü insan bedeni bizim kurallarımıza göre değil kendi kurallarına göre çalışır ve Maslow'un dediği gibi Temel Fizyolojik İhtiyaçlar, Güvenlik İhtiyacı, Sevgi ve Ait Olma İhtiyacı, Statü, Saygınlık İhtiyacı, Kendini Gerçekleştirme ihtiyacı olmak üzere beş temel ihtiyaç'ın sırasıyla giderilmesi gerekir. Alt basamaktaki ihtiyaçlar giderilmesi sorun olmaktan çıktıysa artık onların giderilmesi insanı mutlu etmez, bir üst basamaktaki ihtiyacın giderilmesi gerekir, mutlu olmak için. Beş temel ihtiyaç basamağından ilk ikisi sorun olmaktan çıkmış ise üçüncü sıradaki Sevgi ve ait olma ihtiyacının karşılanması gerekir ki sorun daha bu aşamada başlar Sevgi ihtiyacını çook paralı insan olmak karşılamaz, sahte sevgi gösterileri ile bedenimizi kandırmak genellikle mümkün olmaz. Paraya ulaşmak için harcadığımız değerler (dürüstlük, dostluk, arkadaşlık, hakkaniyet vs.), burada ayağımıza takılır daha üçüncü basamakta mutsuz olmaya başlarız. Çünkü temel ihtiyaçları sırasıyla karşılanmamış insan mutlu olamaz.  Para herşeyden daha değerli olduğunda diğer tüm değerler (maddi-manevi) bozulur kendini ona (paraya) göre ayarlar, alt sıralara düşer. Dostluklar yalan olur, sevgi yalan olur, emeğiyle, hakederek yükselmek yalan olur, herkes para için bu değerleri öldürdüğünde geriye yalan dostluklar yapmacık sevgiler kalır. Yapmacık sevgi, saygı gösterileri insanı mutlu eder mi, etmez. Hak eden hak ettiği yere gelmez, hak etmeyen işini uyduran haksız yere yükselir bu durum insanı mutlu eder mi, hak ettiği yere gelemeyen bunun mutsuzluğunu yaşarken, haksız yere yükselen de oraya nasıl geldiğini bildiğinden kendisini kandıramaz, kendini gerçekleştirmiş olmaz, başkalarıda ona saygı duymaz. İnsanın mutlu olması temel ihtiyaçlarının karşılanması ile olur ancak oysa bu durumda temel ihtiyaçlar hiyerarşisinde (Sevgi İhtiyacı ve Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı) karşılanmamış olur.

Değerler bozulduğunda düzenler bozulur, çünkü insani düzenler (üretim, yönetim düzenleri) mekanik düzenekler (ör:makineler) gibi zincirlerle bağlanmaz birbirine, görünmez bağlarla (kurallar, değerler) birbirine bağlar insanları ve kurallar bozulduğunda insani düzenlerde dağılır. Parayı birinci değer yapan mühendis, doktor, siyasetçi, hakim, avukat, polis hatta bir evlat düşünün, neler yapabilir? değerler bozulduğunda tüm düzen bozulur. Emri verenle alanın aynı kurala uyması gerekir. Emir veren (yada kural koyan) kurala uymazsa, emir alanda kurala uymamak için elinden geleni yapar. Emir verenin kurala uyup uymamasından bağımsız olarak emir alan kuralı bozarsa, başka kurala uyan biri onu cezalandırabilir, fakat emir alacak kimseyi bulamazsanız artık verdiğiniz emir hiç bir işe yaramayacaktır. Düzen bozulmuş kaos başlamıştır. Kötü bir düzen bile kaostan iyidir.

Engin S.